25 Eylül 2009 Cuma
2 yorum

Kaç Vakte Kadar Bu İş Sonlanır ?

Martti Ahtisaari ile ilgili söyleceklerimden önce belirtmem gereken birşey varsa o da Finlandiyalıların gerçek anlamda Türkleri sevdikleridir.(Yaşadık da söylüyoruz) Evet herşeyin muhakkak istisnaları mevcuttur fakat genel anlamda bizlere karşı müthiş sempatileri vardır. Sizin Türk olduğunuzu öğrendikleri anda tepkileri hemen değişir. Bir anda size AB'nin Türkiye'ye ne kadar haksızlık yaptığından bizleri bu birliğin çatısı altında görmek istediklerinden vs. bahsederler. İlk başlarda bu duruma fazlasıyla şaşıran ben işin içinde bu sempatinin en önemli yaratıcısı olan Finlandiya'nın 2008 Nobel Barış ödüllü eski Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari'yi ve şu anki Cumhurbaşkanları olan Tarja Halonen'in ne kadar önemli çabalarını olduğunu öğrenince durumu idrak edebilmiştim.

Martti Ahtisaari uzun yıllardan beri Türkiye'nin Avrupa Birliği yolundaki en büyük destekçisi olmuştur. Bağımsız Türkiye Komisyonu'nun başkanlığını yürüten Ahtisaari ,Brookings Enstitüsü’nde yaptığı konuşmasında "Roma'da bir falcı 90 yaşına kadar yaşayacağımı söyledi. Umarım ben 90 yaşına gelmeden Türkiye AB üyesi olur" demiş. Bu sözlerinden birkaç gün önce de "AB’nin Türkiye’nin katılımı konusunda tereddütlü davranması saygınlığına zarar veriyor" demişti.

Avrupa'da zaman zaman bizimkilerden daha çok sesi çıkan Ahtisaari'nin şu falcıya bir de Türkiye için gitmesi hiç fena olmaz kanımca. Önümüzde kaç yol var? , Kaç vakte kadar bu iş sonlanır? Bunlar da önemli en nihayetinde...

2 yorum:

  1. Üye rakamı veya oy oranı bakımından Türkiye'nin AB'ye üyeliği ya %50 oranında, veya bu oradan biraz daha yüksek bir miktarla örgüt içerisinde desteklenmekte. Fakat bu yeterli değil, keza AB üyeliği için oy çokluğu değil oy birliği gerekli, kısacası tek bir red oyu dahi üyeliği engeller.

    Neden Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkılıyor? Ve neden karşı çıkanlar Fransa-Almanya ve bu eksendeki ülkeler? Açıkçası bunu bilinen pek çok sebebi vardır. Çünkü AB zaten fazla genişlemekten şikayetçi, Türkiye'yi bünyesine katması çok büyük bir genişleme olur. Çünkü AB sınırlarının Ortadoğu gibi kaynayan bir bölgeye dayanmasını istemiyor, yoksa buradaki sorunlardan daha fazla sorumlu tutulacak. Çünkü AB Türkiye'deki gibi fırsatını bulsa kapağını Avrupa'ya atacak ve maalesef eğitimsiz olan milyonlar karşısında sınırlarını kaldırmak istemiyor. Çünkü AB, ülkelerin nüfus miktarına göre oy hakkının olduğu parlementosunda, 80 milyona dayanmış nüfusu ile en kalabalık üyelerden biri olan (ve dolayısıyla oy gücü çok fazla olacak olan) fakat büyük oranda Amerikan güdümündeki Türkiye'yi üyeliğe alarak AB üzerinde ABD etkisinin çok artmasını istemiyor (Amerika ve İngiltere'nin Türkiye'nin üyeliğini destekleyişini, bu bloğa muhalif Fransa-Almanya bloğunun üyeliğe şiddetle karşı çıkışını burada görebiliriz). Sebepler çoğaltılabilir...

    Fakat son 8 yıldır kartların bir kısmının yeniden dağıtıldığını da görmek gerek. İlk değişim; Irak. Amerika'nın Irak'taki yönetim gücünü tamamen yok edip, ardından kendi gücünü de buradan çekmesiyle yaşanacak otorite boşluğunda ister istemez bölgedeki tüm ülkelerle birlikte Türkiye'nin de sorumluluğu artacak. İkincisi ve daha önemlisi; enerji. Avrupa'yı Rus enerji ağından kurtacak Nabucco projesi ve bu projeyi geçersiz kılmaya çalışan Rusya ile yapılan diğer enerji anlaşmaları. Tüm bu projelerin odak noktası Türkiye (ilkokulda ezberlettirilen "jeopolitik önem" geyiğinin gerçek olduğu en önemli an :) ) Bu projeler o kadar önemli ki, bu uğurda Rusya Gürcistan'ı işgal edip bölgeyi mahvetti. Karşı hamle olarak Ermenistan devreye sokuldu, hattın geçeceği bölgedeki ihtilafların giderilmesi için de Ermenistan ve Kürt açılımları "emredildi" (ötesinde ne sebepten olursa olsun bu açılımlar doğru yapılırsa kesinlikle gereklidir, o da ayrı bir konudur) Kısacası Soğuk Savaştan sonra ilk kez yeniden bir enerji oyunu oynanıyor ve Türkiye bu oyunu tam ortasında. Eğer adam gibi bir Dışişleri stratejisi izlenirse, Türkiye'nin sadece AB'ye değil Rusya ve ABD'ye karşı da elinde çok güçlü bazı kartlar var. Bu sebepten ötürü AB üyeliği konusunda bazı değişiklikler görebiliriz. (tabi "Mısır'la aramız bozulur" diye yurt dışından istendiği halde Zülfü Livaneli'yi UNESCO Koordinatörlüğüne aday göstermeyen (bu gerekçenin sadece bir maazeret olmasını ve Zülfü Livaneli CHP'li diye aday göstermedikleri ihtimalini düşünmek bile istemiyorum) bir Dışişleri ile bu kartların ne kadar doğru oynanabileceği de tartışma konusudur)

    Fakat bir de önemli bir konu: ülke olarak olgulara ve gelişmelere profesyonellikten uzak bir duygusallıkla reaksiyon gösterme eğilimindeyiz. Bu yüzden "ammaaan bizi almayacaklar işte boşver, hepsi Hristiyan zaten o yüzden istemiyolar" gibi bir mantık nasıl ki gerçek sebepleri gizliyorsa, muasır medeniyetler seviyesine ulaşma hedefinin AB üyeliğinden geçiyor olduğu izlenimini kazandırmak da bu oranda gerçeklik sınırının dışına taşan bir görüştür. Türkiye pek çok konuda AB standartlarını sağlayacak reformları kesinlikle yapmalıdır. Ama üyeliğin gerçekten Türkiye'ye önemli bir yarar sağlayıp sağlamayacağı; ekonomi, politika, hukuk ve bilim alanlarındaki uzmanlar tarafından derinlemesine incelenmelidir. Kısacası hedef bir örgüt üyeliğinden çok, ülke içinde reformist yaklaşım kültürünü sürekli kılmak (bkz: Devrimcilik ilkesi) olmalıdır.

    YanıtlaSil
  2. Yorumun için gerçekten çok teşekkür ederim. Fazlasıyla aydınlatıcı oldu. Son paragrafta değindiğin gibi profesyonellikten uzak eğilimler neticesinde ülke olarak bir nevi uyutulduğumuzu düşünüyorum. Ben AB üyeliğinin Türkiye için çok elzem olduğunu düşünenlerden değilim. Tabii reformları kendi içerisinde halledebildiği sürece. Bu bağlamda Norveç güzel bir örnektir. Fakat Norveç olmadığımızı malesef olamayacağımızı da biliyorum. Bununla birlikte uygulanan yanlış devlet politikiları ,uygulanamayan yasa değişiklikleri ve açıklanamayan açılımlar bana her seferinde bu reformları kendi içimizde ,kendi çabalarımızla yapamayacağımızı gösteriyor. Doğal olarak da istesem de istemesem de AB'yi desteklemiş oluyorum. Tabii yine dediğin gibi AB üyeliğinin ülkemize yarar sağlayıp sağlayamayacağını derinlemesine incelemeden bilemeyiz. Bu arada devletin böyle bir incelemeye gerek duyup duymadığından bile emin değilim. Üzerine ülkesine güvenini kaybetmiş milyonlarca genç gibi tek istediğim adaletli ve standart bir hayat yaşamak. Fazlası değil. Ve ülkem bunu sağlayamadığı gibi bunun ilerde olabileceğine dair bile bir umut vermiyor. Bu yüzden de belki AB üyeliğini destekliyorum. Ülkemde arayamadığım umudu sanırım orada buluyorum.

    YanıtlaSil

 
Toggle Footer
Top