21 Eylül 2009 Pazartesi
One yorum

Bayramsal Muhabbetler

"Nerede o eski bayramlar" gibi klişe bir cümleyle başlamayacağımı tahmin edersiniz heralde. Bayram öncesi arefe günü ana haberlerde veyahut bayram dönemi zoraki yapılan ve yaptırılan bayram sohbetlerinden aşina olduğumuz bu cümle ebeveynler tarafından başın aşağı yukarı sallanmasıyla onaylansa da biz gençler tarafıdan gına ,bıkkınlık ve bilumum "öff beaa"gibi söylemlerle içimizden fırlıyor. Bununla beraber "Neymiş o bayramlar,merak ediyorum nesi varmış?" gibi sorunsallara da girmeyeceğim.

Bahsetmek istediğim bu seneki bayramın benim açımdan farklı seyretmesi. Bu durumun sadece benim açımdan böyle olduğunu düşünmek üzereydim ki yaşıtlarımın bir çoğunun aynı benim gibi hissediyor olması bu durumu sorgulamama neden oldu. Uzuuun zamandır bayramlık alma merasimini atlatmış bulunuyorum bulunmasına da bu sene ayrı bir rahatlık var üzerimde. Bireyselciliğe her geçen gün daha da yakınlaşan ben, bu sene neredeyse rahatlığımdan ödün vermemek için misafirleri eşofmanlarımla karşılayacak durumdaydım. Her gelen misafire içimden "öfff bu da kim yine" diyecektim. Çalınan kapıyı açar açmaz koştura koştura eli yüzü düzgün birşeyler giymeye gidecektim ve ilk defa zoraki anne ve babanın peşinde gitmek zorunda olunan bir çok yere hür irademi kullanarak "Hayır gelmek istemiyorum" diyecektim. İşin enteresanı ailem tarafından anlayışla karşılanmış "olur" yanıtını alacaktım.

İçimde müthiş bir gel-git . Sabah kahvaltı sırasında ailemle İstanbul'da soyutlanmış bir şekilde sitelerde veya güvenlikli apartmanlarda oturanların hiçbirisinin çocuklara bayram şekeri tutma ritüelini yerine getiremediğinden bahsediyorduk. Oysa ki adından da belliydi işte (ne kadar Tayyeapciğimiz kızsa da ) Şeker Bayramıydı bugün. Çocuklar tarafından kapı kapı dolaşılarak envai çeşit şeker toplanacak büyük ihtiamalle içinden en güzelleri seçilip gerisi çöpe atılacak, mahallenin diğer çocuklarıyla kıyasıya bir şeker sayısı kıyaslaması yapılacak ve yorgunluktan bitab düşmüş cicili bicili çocuklar mutlu bir şekilde evlerine dönecekler. Ancak hayattan yaşadıkları çevreyle ve evlerle soyutlanan bu aileler belki de bu çocukların eksikliğini hiç hissetmeyecekler. Kapıya geldiklerinde hep bir ağızdan bağırarak "Bayramınız kutlu olsun" diyen bu çocukların bayramın asıl simgesi olduklarını ve onlarsız bayramın bir tarafının eksik olduğunu farketmeyecekler. Şimdi bu analizi yaparken o kadar soru geldi aklıma. Sıralıyorum hepsini;
1.İyi semtlerde ve güvenlikli evlerde yaşayan bu ailelerin etraflarında acaba şeker toplayacak çocuklar mevcut mudur?
2.Şeker toplamaya hevesli çocuklar mevcutsa bile bu evlerde bayram zamanı tatile çıkmamış aileler bulmak kolay mıdır?
3. Bayram şekeri toplamaya yaşı müsait hevesi de bol çocuk mevcutsa ona arkadaşlık edecek arkadaş grubu mevcut mudur? (bkz:apartmanda birbirini tanımayan aile toplulukları)
4.Yaşı müsait, hevesi mevcut,arkadaş grubu da mevcut, hazır ve nazır şeker toplamaya müsait çocuğun acaba şeker toplamasına ailesi tarafından verilecek izin mevcut mudur? (yine bkz: güvensiz aile toplulukları)

Kahvaltı sofrasında düşündüğüm bu ritüelin artık yavaş yavaş yok olma aşamasında olduğuydu. Yaşım ilerledikçe bu tarz geleneklerin korunması gerektiği bilincini taşımaya başlamıştım.(Hiç de gelenekselci biri olmamama rağmen.) Yalnız bu durumu düşünürken birden sabah uykumun en tatlı yerinde kurduğum aptalca plan geldi aklıma. Neden sabah erken gelebilecek misafire karşı ailecek bir evde yokuz izlenimi yaratmıyorduk. Kapı çalar ve biz kalkıp o kapıya bakmazsak o misafir döner gider biz de tatlı uykumuzdan fedakarlık yapmamış olurduk. Nasıl plan? Bu anlık hatırlmayla birlikte kendimle ne kadar çelişkiye düştüğümü anladım. Bireyselciydim işte. İşime geldiği gibi davranıyordum. Çocukların sürdürmesi gereken şeker toplama ritüeline gelince geleneklerimize sahip çıkalım ,koruyalım bayramın asıl ana faslında yer alan bayram gezmesine gelince kafada binbir türlü dümen dönsün. Yaratılan pragmatist kişilik bendim,arkadaşlarımdı, o güvenli apartmanında yaşayan kişiydi. Şimdi kısaca ne istiyordum. Birinden birini seçmeliydim. Eğer şeker toplayan çocuk ritüeline sahip çıkmak istiyorsam bayramıma da sahip çıkmalıydım. Yok diyorsam ki bayramda misafir ağırlama derdi ,şeker tutma ,kahve pişirme ,tatlı ikram etme derdi çekmek istemiyorum o zaman da mecburen yitip gicecek olan ritüellere üzülmeyecektim. Malesef içimdeki faydacılık ve rahatlık düşünen kişi ileride bayram ritüellerinin hiçbirisini yerine getirmeyeceğimi söylüyor.Belki ben de bu bayramı unutanlardan olacağım. Belki ben de bayramı yoğun iş temposundan bir kaçış olarak algılayıp çareyi tatil yapmakta bulacağım. Bilmiyorum beki de yanılıyorum. Bayram hakkında romantik düşünmem gerektiğini bilmeme rağmen bir tarafım beni o düşüncelerden uzaklaştırıyor.

1 yorum:

  1. Öncelikle Türkiye'de geleneklerin kaybolmasının metropol insanı dediğimiz şehirli kesime özgün olduğunu kabul etmemiz gerek. Bu kesimin taşra kesimine nazaran geleneksel düzeyde daha fazla erozyona uğramasının sebepleri zaten biliniyor; daha toplumsalcı, komünal Türkiye'nin 90'lardan sonra dünyaya hakim olan batı menşeili bireyselci düşünceden etkilenmesi, "ideal batı" yargısı ile metropol insanının taşralı insana karşı kendini yeniden konumlandırma ve tanımlama ihtiyacı vb... Bunların hepsi zaten bilindik şeyler.

    Ama başka bir durum daha söz konusu; toplumsal değişimlerden bahsediyorsak, süreçlerden bahsediyoruz demektir. Sosyolojik süreçlerde dün nasıldık, bugün nasılız gibi örneklemeler üzerinden tümevarımcı bir yaklaşım yanlış tespitlere sebep olabilir. Bunun yerine süreçleri kapsamlı bir şekilde kavrayıp tümdengelimci bir şekilde daha spesifik çıkarımlar yapmak daha doğru olabilir.

    Bu bağlamda, şunu görmemiz gerekmekte; tarih öncesi çağlara bakıldığında insanın onbinlerce yıl neredeyse aynı şekilde yaşadığını görüyoruz. Teknolojik ve sosyolojik gelişim adeta kaplumbağa hızında gerçekleşiyor. Ardından yazının bulunmasıyla birlikte iletişim alanında devrimsel bir gelişme yaşanıyor, geri kalan alanlarda da ilerleme hızlanıyor. Ama bugüne kıyasla hala gelişim çok yavaş. Bugüne geldiğimizde, artık herşey başdöndürücü bir hıza erişmiş durumda, sabah televizyondan Japonya'daki ufak bir kasaba hakkında aldığımız haberlere karşı, akşam saatlerinde Kuzey Avrupa'dan gelen tepkileri izliyoruz. Kısacası iletişim geliştikçe insanoğlu giderek daha da "hızlanıyor".

    Bu kadar hızlanmış bir dönemde hala bazı gelenekleri korumayı ummak açıkçası çok zor. Evet iletişim kanallarına erişim imkanı olan metropol insanı dünyadan geleneksel düzlemde erozyona uğramıştır, uğramaya da devam edecektir. Nasıl ki bilim engellenemezse (ortaçağda tüm gücüne rağmen kilisenin bunu başaramadığını gördük), bilimin çocuğu olan teknolojinin getirdiği toplumsal değişimler de engellenemez. Bu noktada önümüzde iki seçim var, ya kaybolan geleneklerin arkasından kısık sesli ağıtlar yakacağız, ya da gelenek kaybını kimlik kaybı olarak görmekten vazgeçip değişimi cesurca kabulleneceğiz.

    YanıtlaSil

 
Toggle Footer
Top